Güneş, tam tepedeydi. Bahar esintisi otlara hafifçe dokunuyor; bulutlar sanki bu hışırtıyla şekil değiştiriyordu. Bal özü toplamak için güneşin inmesini bekleyen işçi arılar, kovanın yakınındaki çayırlara dağılmış; dinleniyorlardı. Kimi birbirinin bal midesini temizliyordu; kimi derin soluklarla kestiriyor kimi de ağız dalaşıyla birbirine laf yetiştiriyordu. Koloninin en çalışkan arısı Muhrika da arkadaşı Mızmız Arı ile uzanmış bulutların değişen biçimlerini okuyordu:
— Şu gördüğün bizim kovan, şu da kraliçe arı. Bak erkeklerle çiftleşme uçuşuna çıkmış.
— Hani nerde? Ben niye göremiyorum, diyordu Mızmız Arı.
— Sen başka bir şeyler görebilirsin akıllım, azıcık hayal gücünü kullan.
O sırada havada bir vızıltı belirdi. Gelen Çığırtkan Arı’ydı:
— Bakıyorum yine pinekliyorsunuz. Hadi kalkın bakalım. Kovanın önünde duyuru yapılacak; beni takip edin.
— Ne oluyor, mola bitti mi?, diye sordu az ötede bir ot parçasının içine gömülmüş uyuklayan Tembel Arı.
— Pis yardakçı, dedi Mızmız Arı eğilip Muhrika’nın kulağına. Çığırtkan Arı’ya nefretle bakıyordu.
— Sus sus, duyacak.
— Duyarsa duysun. Vezir Arı’nın peşinde dolanıp duruyor; hiç çalışmıyor, görmüyor musun? Bütün gün ense… Bir de bize kızıp duruyor “az çalışıyoruz” diye. Yine ne yumurtladı kim bilir vezire?
Kovana yaklaşmışlardı ki, Çığırtkan Arı’nın sesi tekrar duyuldu:
— Arkadaşlar… Arkadaşlar… Beni dinleyin. Sizin günlük rutinlerden çok sıkıldığınızı görünce, Vezirimize bir öneride bulundum. Kendileri muhteşem, harika bir fikir geliştirdiler. Şimdi…
— Tamam, tamam! Kısa kes Çığırtkan!
— Buyurunuz efendimiz…
— Sevgili işçi arılar, Kraliçemiz bu yılki bal üretiminizden çok memnun. Ayrıca geçen hafta cesurca çarpışmanızdan ötürü de sizlere minnettardır. Kayıplarımız için kovanın yakınlarında bir anıt dikilmesi için komşumuz Matabella karıncalarından yardım istedik. Onlar bizim için bu anıtı dikecekler.
“Esas meseleye gel be adam,” dedi Mızmız. “Ufff molamızı bunla mı geçireceğiz?..” Onu bir tek Muhrika duymuştu. “Aaa sus bakayım Mızmız. Bak ne güzel şeyler söylüyor vezirimiz.” Mızmız kendine çekidüzen verip, şöyle bir etrafına bakındı, gerindi.
— Sevgideğer arı kardeşlerim… Sizler için ödüllü bir yarışma yapmaya karar verdik. Bu yarışmaya bütün arıların katılması zorunludur!
— Yarışma da ne ki?, diye sordu kalabalıktan biri.
— Yarışma, diye boğazını temizledi vezir arı. Yarışma… En muhteşem balı kim yapacak yarışması…
— Ama biz balı birlikte yapıyoruz, diye söylendi bir başkası.
— Eee… Şey…
Sesi düştü vezirin, homurdanmaları duyunca kendini toplayıp hızlıca bir çıkış yaptı:
— Yine birlikte yapacağız. Yani… Yardımlaşacağız ama günün sonunda en güzel bal özünü getiren ve jürimize en muhteşem balı sunan bir ya da iki arı bu haftanın birincisi olacak.
— Jüri de ne demek?
Şaşkınlık sesleri artıyor ve yükseliyordu. Homurdanmalardan bezmiş, bu soruyu nasıl yanıtlayacağını kestiremeyen Vezir Arı, göz ucuyla Çığırtkan’ı aradı. Yardakçısının onaylayan bakışlarını yakalayıp başını salladığını görünce sözüne devam etti:
— Siz en güzel çiçeklere gidin. Bal özünü toplayın getirin; balınızı yapın. Biz de seçici bir heyet olarak – ben, Çığırtkan Arı ve Hekim Arı – yaptığınız ballardan en muhteşem olanını seçelim. Sonra da kazanaaaan… Kraliçe Arı’yla birlikte mehtabın altında bir gezintiye çıkacak.
— Çiftleşme uçuşuna mıııııı?, diye sordu kalabalıktan birkaç başka arı hep bir ağızdan.
Kalabalığın her yerinden sesler ve sorular yükseliyordu: “Biz de erkeklerle uçabilecek miyiz yani?”, “Biz de çiftleşebilecek miyiz?”, “Aman tanrım sonunda… Terfi mi edeceğiz?..”, “Biz de kraliçe arı gibi mi olacağız?..” Sorulardan bunalan vezir sonunda tartışmaya noktayı koymak istedi: “Evet evet, ayrıntıları Çığırtkan Arımız size anlatacak. Haaa bu arada, kovanımızın gururu Muhrika, senden de çok güzel sonuçlar bekliyoruz”, diye de eklemeyi unutmadı.
Mızmız Arı homurdanmaya başlamıştı bile. Muhrika’nın yanakları kızarmış; gözlerini bir o yana bir bu yana oynatıyordu. Tüm bu olanlara bir anlam vermeye çabalarken, aklından geçen hiçbir düşünceye odaklanamıyordu. Çiçekleri gözünün önüne getiriyor, görüntü bulanıyor sonra onların üzerinden geçen katırlar, mahvediyordu çiçekleri. Gidip bir an önce bulmalıydı en güzelini… Sonra bir karasinekle çarpışıyor, tepe taklak oluyor ayağını kaybediyordu. En kötü sahneler geliyordu gözlerinin önüne. Daha önceden bir çarpışma o kadar önemli olmayabilirdi, ama bugün bu tür aksiliklerin olmaması gerekiyordu. Bu gün olmazdı hayır, felaket… Ol-ma-ma-lıy-dı. Bir o yana bir bu yana adımlamaya başlamıştı ki:
— Ben Çokbilmiş’in yanına gidiyorum, dedi yanındaki arkadaşı.
— Bal özü toplamayacak mısın Mızmız?
— Amaaaannn… Daha molanın bitmesine var. Ben yarışmaya katılmak istemiyorum.
— Ama dedi ki vezirimiz “en mükemmel bal,” dedi. “Herkes katılsın,” dedi.
— Desin. Ben Çokbilmiş’in yanına gidiyorum. İki gün önce termitlerle savaştılar. Yaralı ve yatıyor. Arkadaşımı yalnız mı bırakayım?
— Böyle önemli bir günde o aptal karıncanın yanına mı gidiyorsun?
— Aptal değil o! Adı Çokbilmiş!
— Ama yarışma?… Ben de düşünmüştüm ki… Takım olabiliriz diye düşünmüştüm.
Mızmız arı öyle bir kahkaha patlattı ki bir an kendinden geçti. Muhrika’nın antenleri sinirden titredi. Mızmız aldırmayarak konuşmaya başladı:
— Senle takım arkadaşı olmak mı?… Aman Tanrıarı korusun.
— Neden ki?
— Hahahahaa.. Ben senin kadar harika değilim, olamam da ondan. Ben gidiyorum.
Muhrika Arı öylece kalakalmıştı. En sevdiği arkadaşına ne olmuştu böyle birden bire, hep iyi anlaştıklarını, iyi bir takım olduklarını sanıyordu. Yoksa Mızmız’ın en iyi arkadaşı olduğunu düşünmekle hata mı etmişti? Mızmız işte ne olacak, ne beklenir, diye kınayıcı ve öfkeli bir düşünce geçti önce zihninden. Ama çok şey paylaşmamışlar mıydı? Yağmur çamur demeden tarla tarla gezmiş, en şiddetli fırtınalarda kovana ulaşıncaya kadar birlikte ağaç kovuklarına sığınmamışlar mıydı? Tamam birkaç kere bal yapımında azıcık azarlamıştı onu ama… Şimdi Muhrika’yı yalnız bırakmasını anlamıyordu. Evet yalnızdı! Kahretsin… Yo yoo hiç de öyle değildi, kovanda bir Mızmız mı kalmıştı canım? Kırmızıgözlü Arı ile mi ekip olsaydı, yoksa hayır hayır… Uykucu ve Tembel olmazdı. Bütün işi ona yaptırırlar bir de ödülün üstüne konarlardı. Kimse kovanda ondan daha iyi bal yapamazdı, neden bu kadar endişeleniyordu ki. En güzel çiçekleri o biliyordu; herkesten çok çalışıyordu. Kusursuz bir tekniği vardı. Kurutucu arıları en iyi o çalıştırırdı; bir bağırtısı yeterdi de artardı. En mükemmel işi onun bal özüyle çıkarmıyorlar mıydı? Üzülecek ne var, dedi kendi kendine. Yalnızsam yalnızım. Ama iki kişi olsalar daha mı iyi olurdu acaba, tekrar aklından takım arkadaşı olabileceklerin listesini geçirdi. Ama bir türlü bulamıyordu. Hepsinin bir kusuru olduğunu fark ediyordu hemen. Sümüklü sürekli hasta olur; Titrek kovanda en çok üşüyen arı. Ama duyargaları da iyi çalışıyor gerçi. Güçlü Arı biraz aptal. Bana yolumu kaybettirir. Offf offff… Otlar hışırdıyor, zaman daralıyordu. Akşama şunun şurasında ne kalmıştı. Tek başınaydı.
Diğer arılar birer ikişer gruplar halinde kovandan uçmaya başlamışlardı bile. O ise ne yapacağını bilemiyordu. Kanat çırpıntılarını ve esintilerini hissetmek sinirlerine dokunuyordu. “Neyse,” dedi, “Bu kovanın en kusursuz arısı benim nasıl olsa! En mükemmel çiçeği bulacak, sonra… Bi dakka bi dakka… Önce iyi bir plan yapayım,” dedi. Bir taşın üstüne oturdu, eline küçük bir dal parçası aldı ve dün geceki yağmurdan sonra yumuşamış toprağın üzerine çiziktirmeye koyuldu. En güzel çiçeklerin olduğu yerleri işaretledi, sonra bir kenara sırayla neler yapacağını yazmaya başladı. Burnunun dibine kadar sokulan meraklı tırtılı bile çok sonra fark etti.
— Ne o Muhrika, sen zaten nasıl bal yapacağını bilmiyor musun? Hohohooo…
— Sus kafamı karıştırma, az öteye git, diye tersledi Muhrika.
— Sana çukurdaki kırkayağın hikayesini anlatmış mıydım?
— …
— Kırkayağın biri bi gün bir çukura düşmüş. Tam ayağını atmış çıkacak, oradan geçen bir başka böcekoğlu buna sorunca: “Kırk tane ayağın var, yürürken ilk hangi ayağını atıyorsun acaba Kırkayak kardeş?”
— Ne laf anlamaz mahluksun, gitsene az öteye… Fustenya[1]lar kovalasın seni…
— Kırkayağa n’olmuş merak etmiyor musun?
— Etmiyorum. Git işine…
— Sonraaaaa… Kırkayak çıkamamış çukurdan. Niye?
— Niye, baş belası niye?
— Hangi ayağıyla çıkacağını unutmuş da ondan. Hohohoooooo….
— Tamam anladık. Hadi uza şimdi.
— Ne güzel sohbet ediyorduk Muhrika kardeş.
— Şimdi sohbetin sırası mı, işim var. Hem sen ne zaman giriyorsun kozaya? Yeniden bedenlensen de şu çenenden kurtulsak.
Kalbi kırılan Feylosof Tırtıl “iyi günler” bile dilemeden yavaşça uzaklaştı Muhrika’nın yanından. “Oh be, sonunda. Kırkayakmış heh…” diye derin bir nefes aldı. Ama birazcık ileri mi gitmişti; içinin acıdığını hissetti. Feylosof Tırtıl’ı incitmiş olabilirdi. “Aman neyse canım…” En önemli dakikalarında laubali tavırlara da müsamaha gösteremezdi. Dikkatini toprağın üzerindeki şekillere vermeye çalıştı. Heyecandan elindeki dal parçasını düşürdü. Tekrar odaklanmaya çalıştı ama nafile; en güzel çiçeğin nerede olduğunu unutmuştu ve onu tekrar nasıl bulacağı hakkında da hiçbir fikri yoktu. Kafasını kaldırıp güneşin iyice inmeye başladığını[2], ufka az öncekinden daha çok yaklaştığını görünce, sinirleri iyice bozuldu. Ama ağlamayacaktı. Şimdi gider bakarım, en güzelini bulurum nasıl olsa dedi… Kanatlarını telaşla çırpmaya başladı. Hemen yola koyuldu.
Morun tonlarında uzanmış nadir bulunan çançiçekleri, kıpkızıl yanardönerler, çeşit çeşit çiğdemler, şebboylar yanından geçtiği çayırın üstünü bir çarşaf gibi örtmüşlerdi. Sanki, “buraların en güzeli biziz, aromamız muhteşem,” diye haykırıyorlardı. Az ötede papatyalar, ah o güzelim gelin çiçekleri… Papatyalara asla hayır diyemezdi. Şöyle bir göz attı. Önce bir çiğdemin üzerine kondu, sonra bir papatyanın. Şebboylar da sıradaydı. Arka ayağına biraz toparlamaya girişti, ama sonra: “Hey ben n’apıyorum, bu en mükemmel çiçek değil ki! Bal özü yeterince muhteşem olmaz. Olamaz. Daha iyisini bulmalıyım”. Kanatlarını açıp kaçarcasına hızla oradan uzaklaştı. Kimi tarlaların üzerinde öbek öbek arkadaşlarını gördü. Hele diğerlerinin topladığı bal özüne asla dilini sürmemeliydi. O kadar kanat çırptı ki… Yine de bir türlü en güzel çiçeği bulamıyordu[3]. Sonra aklına hiç kimsenin gitmediği, yasak olan bölgelere doğru gitme fikri geldi.
Belki bir saat dolaştığı halde bir türlü en güzel çiçeği bulamadı. Kimi fazla kırmızıydı, kimi çok solgun. Kiminin tohumları yetersizdi, kimisinde ise o kadar taşıyordu ki kesin tatsızdı[4]. O en dolgun tohumlu, en canlı renkli, en muhteşem aromaya sahip olan çiçeği arıyordu. Sonunda güvenli bölgenin sınırını aştığını fark ettiğinde ikindi vakti çoktan olmuştu. Az sonra aradığı çiçeği gördü. Daha önce hiç bu kadar büyük yeşilli-kırmızılı yapraklar görmemişti. Bir taht gibi onu bekliyordu sanki. Yeşil yaprakları üzerinde küçük beyaz ipeğimsi tüycükler ve uçlarında kıpkırmızı arı gözü büyüklüğünde topçuklar. “Aman Arıtanrım, çok lezzetli olmalı bunlar,” diyerek oraya doğru uçuyordu ki, bir dozdoz arı ondan önce davranıp çiçeğin üzerine konuverdi. “Çekil oradan çekil,” diye haykırdı. Ama nafile, dozdoz çoktan kurulmuştu tahtına. “Hayır, sen bal özü de toplamazsın ki, ne halt etmeye işime engel oluyorsun sanki. Ne halt etmeye…” Tam o esnada hiç beklenmedik bir şey oldu. Çiçek gerildi, dozdoz uçmaya yeltendi ama yapışmıştı. “Amma da yapışkan bir bal özü, vay be,” diye şaşkınlığa düşen Muhrika’nın gözleri önünde, çiçek önce iyice açıldı sonra da dozdozu da içine alarak kendi üzerine kapanmaya başladı. Dozdoz, çiçeğin artık görülmeyen beyaz-kırmızı iplikçikleri arasında kalmıştı. Muhrika onun bir an önce çıkıp gitmesini beklerken, çiçek tekrar açıldığında gerçeği kavrayıverdi. Dozdoz gitmişti; yok olmuştu. Bir rüyadan uyanırcasına, az daha hırsına kurban olacağını fark etti. Oradan hızla uzaklaştı ve güvenli bölge sınırından geçerek, ilk baktığı çayıra geldi. Artık vakit kalmamıştı; bir an önce bal özlerini ayaklarına toplayıp kovanın yolunu tutması gerekiyordu. “Bu kırmızıdan toplayalım, biraz da şu beyaz çiğdemlerden.. karanfillerden[5]de toplasak mı? Biraz acı olur ama napalım. Daha çok zamanım olsaydı. Ah ne kadar geç haber verdiler şu yarışmayı, ah,” diye acı ve pişmanlıkla karışık bir ses tonuyla söylenirken toplayabildiği kadar hızlıca topladı. Ama bal özü yeterince dinlenmemiş olacaktı, off nasıl bu kadar ahmak olabiliyordu. Yarışmayı kazanamayacaktı işte; “ah benim salak kafam,” diyordu içinden. Kovana uçtu. Hemen bütün arılar bal özlerini peteklerine doldurup, kurutmuşlar, kurutucu arılar da neredeyse gideceklerdi[6]. Onları bir bağırtıyla durdurdu Muhrika:
— Heeeyyy, nereye gidiyorsunuz? Daha işiniz bitmedi.
— Hep geç kalıyorsun Muhrika. Hep böyle son anda gelip…
— Hadi hadi, fazla konuşmayın da benim bal özümü de kurutun. Yoksa…
Muhrika’nın ne kadar yaygaracı olduğunu ve vezir tarafından ne kadar sevildiğini[7] de bildiklerinden hemen kanat çırpmaya koyuldular. Son iki saatlerini bu işle geçirdiklerinden pek de başarılı olamıyorlar, sıklıkla duraklıyorlardı. Muhrika’nın[8] tiz çığlıklarıyla yaptıkları işe tekrar odaklanıyor, ama bir türlü talimatlarına yetişemiyorlardı.
— Hey sen Böğürtlen, çok yavaş çırpıyor, diğerlerinin gerisinde kalıyorsun. Çok tembelsin bugün.
— Herkes gibi çırpıyorum Muhrika, sana öyle geliyor.
— Hadi hadi çok konuşma da işini iyi yap bakalım. Sen de iyice yaşlanmışsın be Fıstık.
Fıstık Arı ağlamaya başladı[9]. Bunun üzerine yanında hızla kan ter içinde kanat çırpmaya devam eden iri arı da kanat çırpmayı kesiverdi. Hışımla Muhrika’nın olduğu yere dönerek:
— Al bal özünü kendin kurut. Kanat çırp da azıcık aklın başına gelsin, biz gidiyoruz, diyerek bir yanına Fıstık’ı, diğer yanına Böğürtlen’i alarak oradan uçarak uzaklaştı.
Muhrika yine yalnız kalmıştı[10] ve yarışmanın tamamlanmasına çok az kaldığını havanın kararmaya başlamasından anlamıştı[11]. Yirmi-otuz kanat çırpışı daha kurutsa belki tamam olurdu. Yorgunluktan ölüyor, küçük bacakları yaşadığı gerginliklerden artık bitkin, tir tir titriyordu. Ama yine de devam etti. Artık takati kalmayana kadar üç arının yapacağı işi tek başına yaptı. Yalnız, zamanın çok geçtiğini fark etmemişti. Dışarı çıktığında, her yer süslenmiş, bir eğlence havası esiyordu[12]. Kovanın meydanına vardığında, ballar çoktan türlü türlü kapların içinde süslenmiş, jürinin göz zevkine sunulmuştu bile[13]. Manzarayı görünce “Ahh!” diye inledi Muhrika, “Ben bunu nasıl düşünemedim. Sunum da önemliydi, sunum da.” Aklından türlü şeyler geçirmişti ama vakti kalmamıştı, oradan bulduğu bir küçük bal kabını aldı, yanına da bir gülün çanakyaprağını bir de kızarmaya yüz tutmuş bir yaprak parçasını ilave etti. Yorgun ama kararlı adımlarla jürinin önüne kadar gitti. Artık son gücünü kullanıyordu. Çığırtkan Arı ile burun buruna geldi:
— N’apıyorsun Muhrika burada?
— Balımı getirdim.
— Ama çok geç kaldın.
— Nasıl yani? Daha başlamamış ki işte…
— Kayıtlar alındı; elemeler yapıldı, biz üçüncü aşamaya geçtik!
— Hayır, olamaz! Benim balımı da alacaksınız, ben bu kovanın en kusursuz arısıyım, en güzel balı ben yaparım. Benim balımı da tadacaksınız işte, diyerek Çığırtkan arının üzerine yürüyordu ki, arkadan Vezir Arı’nın sesi duyuldu:
— Geçit ver Çığırtkan Arı, izin ver o da katılsın.
Muhrika o anda düşüp bayılabilirdi. Çok mutluydu, çok müteşekkirdi. Belki şu ana dek yaptığı en iyi bal değildi, ama yine de o en kusursuz arıydı. En güzel balı o yapmıştı bundan emindi. Hemen kağıtlara adı yazıldı, jürinin önüne konan kaselerin yanına onunki de eklendi. Muhrika az ötede yanında Karınca Çokbilmiş çimlerde yatmakta olan Mızmız’ın yanına gitti. Mızmız Muhrika’nın suratına dehşetle baktı:
— Ne var, ne bakıyorsun öyle?
— Bu ne hal Muhrika? Üstünden katır mı geçti?
— Hayır. Ne münasebet.
— Sanki büyük bir savaş vermiş gibisin.
— Yooo… Biraz zor oldu tabii. Ama yine en iyi balı yaptım.
— Öyledir tabii… Hiç şüphemiz yok, de mi Çokbilmiş, hahahaha…
Çokbilmiş başını sallamakla yetindi; hala canı acıyordu ve konuşmak istemiyordu.
— Sen n’aptın? Yarışmaya katılmayıp bütün gün pinekledin mi yoksa?, diye sordu Muhrika.
— Yooo… Biz çok eğlendik. Zaten bu yarışma eğlenmemiz için yapılmamış mıydı?
— Siz mi?
— Evet… Ben, Çokbilmiş, Uykucu Arı ve Titrek… Çok eğlendik.
— Dördünüz mü? Hem de bir karıncayla?… Bal mı yaptınız?
— Eveeetttt… Hiç bilmediğimiz bir yerlere gittik; bir sürü yeni böcekle tanıştık. Çok eğlenceliydi. Acayip yoruldum ama…
Muhrika’nın sinirleri bozuldu. Ne vardı sanki onla ekip olsaydı Mızmız. Tutmuş Uykucu ve Titrek’le… “Hay Kraliçeanne başına yumurtlasın senin emi…” Çığırtkan Arı’nın sesi duyuldu:
— Yarışma sonuçlanmıştır, sevgili arı kardeşlerim.
Herkeste önce bir sessizlik sonra da bir uğultu oluştu. Sonra Vezir’in “Sonucu açıkla Çığırtkan”, talimatıyla sesler bıçakla kesilir gibi sönüverdi[14]. Muhrika’nın aklında düşünceler fişek gibi dönüyordu: Acaba ödülü sevecek miydi, ama yeterince iyi yapamamıştı bu sefer sanki, yok canım olur mu öyle şey, kovanın en kusursuz arısı, olur muydu hiç? Tabii ki en güzel balı o yapmıştı, kraliçeyle uçarken hangi yeleğini giyseydi acaba? Tabii hava soğuk olmalıydı o yükseklikte. Ayy, acaba arılarla çiftleşebilecek miydi? Belki o da bir gün kraliçe olabilir miydi? Belki de…
— Üçüncü Kırmızıgözlü Arı… Alkışlar yükseldi. İkinciiii.. bir grup; Mızmız, Uykucu ve Titrek.. Tebrik ediyoruz.
— Çokbilmiş’in adını unuttunuz, diye bağırdı Mızmız.
— O sayılmaz; o bizden değil, diye yanıtladı onu Çığırtkan.
— Öyleyse biz de ikinciliği kabul etmiyoruz, alın sizin olsun, diyerek oradan Çokbilmiş’le ayrıldı Mızmız. Muhrika olanlarla pek ilgilenmiyordu. Aklında sonradan açıklanacak isim vardı. Kendi ismi…
— Birinciiiiii…
— Eveeeettttt… diye haykırışlar yükseldi kalabalık içinden.
— Birinciiii… Tembel Arıııııııı…
— Neeeee?, diye haykırdı Muhrika. Ben değil miyim?
— Hayır, dedi Çığırtkan. Senin balın da fena değildi ama yeterince tadını alamamıştı, olgunlaşması için biraz dinlenmesi gerekiyordu. Üzgünüm. Geç kalmışsın.
Arkada oturmakta olan Vezire baktı Muhrika, bir umut. Ama artık çok geçti. Vezir üzgün olduğunu anlatan bir ifadeyle başını önüne eğdi. Muhrika oracıkta düşüp kalakaldı. Eğlence sürüyordu, ancak tembel arı bir türlü bulunamıyordu. Kovanın dışında bir yerlerde uyuya kalmıştı anlaşılan. “Bu yarışma fikri hiç iyi değildi”, dedi vezir Çığırtkan’a, Muhrika’yı göstererek. “Haklısınız efendim,” diye dişlerinin arasından sırıttı. “Benim başka fikirlerim var efendimiz, onları anlatayım size…”
02.01.2013 / Perşembe // 12:00 – 18.04.2014 / Cuma // Viyana
3083 kelime
11.07.2014 / Cuma // 14:05
ÖYKÜ ÖDEVİ 1.1: Saki’nin Story Teller öyküsünde anlatılan adam gibi bir grup yaramaz çocuğu eğlendirmek zorunda olduğunuzu hayal edin. Çocukların hayal gücünü harekete geçirecek ve onları içine alacak bir öykü kurgulayın. Önce karakterinize karar verin. Korkunç derecede iyi mi olacak bu karakter, yoksa imkansız derecede mükemmel mi? Ya da mükemmel derecede yaramaz mı? Sonra da bu karaktere ne olacağına, başına ne geleceğine karar verin. Öykü taslağınızı, dinleyenlerin ilgisini çekecek zenginlikte detayları olduğuna ikna olana kadar düzeltin. Hazırladığınız son taslağı da paylaşın.
[1] Fustenya arının düşmanları içinde en zararlı olanlarından biridir. Tozlu kelebek sınıfından olan bu kurtun dişileri çiçekler üzerine yumurtlar. Çiçekleri dolaşırken arının bacaklarına yapışan yumurtalar daha sonra kovana gelir ve yumurtadan çıktıklarında balmumu yerler. Petekleri bu şekilde yok ederek yıkılmasına neden olan kurtlar çoktan kelebeğe dönüşüp kovandan ayrılmıştır (http://www.bahcesel.net/forumsel/osmanli-aricilarinin-el-kitabi/12980-arinin-dusmanlari/).
[2] Güneş gün ilerledikçe, batmasına yakın yükselir mi, düşer mi, iner mi? Ne olur güneşe… bunların bu arı kolonisin zaman algısı neye dayanıyor? Zamanı nasıl ölçüyorlar? Nasıl anlıyorlar yeterince çalıştıklarını, bal yaparken nasıl zamanı ölçüyorlar?
[3] Burada gerilim yükselmeye başlıyor. Güzel bir şey.
[4] Ayrıntılarda çok problem var. Bilmiyorsun. Ve bilmediğin de o kadar aşikar ki… Yani nasıl bal yapılır, bir kere çiçekleri tanımıyorsun. O doğayı tanımıyorsun; arıların nasıl davrandıklarını bilmiyorsun. Bunlara ilişkin küçük bir çalışma yapman lazım. Senin inandırıcılığını, samimiyetini azaltan bir bilgi eksiğin var, bunu tamamlaman lazım.
[5] Karanfilin orada ne işi var ki? Bir kere çiçeklerin her birinin polenlerinin nasıl tat verdiğini az buçuk bilmem ya da hayal etmem gerekiyor. Bir mutfağı olsa bu işin; neden olmasın? Bunu kurgulamaya çalışsam… Bir bal arısı kovanında ya da kolonisinde nasıl bir gelenek, kültür oluyor acaba? İşçi arılar kraliçe gibi uçmayı hayal eder mi? Çiftleşmeyi hayal eder mi? Nasıl güdüleri vardır? Nasıl bir birikimleri vardır?
[6] Muhrika kovana döndüğünde tam olarak durum nedir? Ne olmuş? Diğer arılar ne alemde, neler yapıyorlar? Saat kaç oldu, atmosfer nasıl? Hava nasıl? Ve daha da önemlisi, Muhrika’nın acaba kurutucu arılarla ilişkisi nasıl? Ayrıca bu kurutucu arılar da kim?
[7] Vezirle muhrika arasındaki ilişki de önemli. Vezir burada iktidarı ya da iktidarın temsiliyetini sembolize ediyor. Mükemmeliyetçi insanların iktidarla nasıl bir ilişkileri vardır acaba?
[8] Bu isim zor okunuyor, bir de üstelik o kadar çok geçmiş ki. Bu öykü atmosfer öyküsü. Atmosferin en öncelikli olarak kurulması gereken öykü. En çok öyküyü taşıyacak öğe atmosfer, setting. Buna dikkat etmek gerek yazarken.
[9] Buradaki gerginliği bu şekilde çözmeliyim. Muhrika’nın gerilimini, acaba yetişecek mi yetişmeycek mi gerilimini verebilmem lazım okura. Çatışkı burada.
[10] Yine yalnız kalmıştı, bu kelimeyi, yalnızlık kelimesini kullanmadan acaba anlatmam mümkün olabilir mi? Kaldığı durumu anlatmak yerine, göstermek ve sezdirmek gerekiyor. Bu çok fazla anlatmak… okur hissetsin yazdıklarından, o çıkarsın ne olacağını.
[11] Aynı zamanda öyküdeki zaman kurgusu ve olanlar, o esnada diğer arılar napıyor, neler oluyor? Bunlar da ilginç ayrıntılar. Onları da kurgulamam, bilmem lazım, yazmasam da ve sezdirmem lazım. Bu öyküdeki buzdağının altında kalan kısımlar tam da bu kısımlar. Galiba bu tür ayrıntıları bu dünyayı başka öykülerle kurarak derinleştireceğim. Şimdi buna vakit harcamayalım. Bakalım zamanla hem Çokbilmiş ve karınca kolonisi hem de Muhrika Arı ve Mızmız arının olduğu dünya daha da zenginleşecek, güzelleşecek. Belki de bu bir romana evrilecek.
[12] Bu öyküde mesela görsel duyuya çok ağırlık verilmiş ama belki de sesler gelecek. Kokular gelecek. Belki tat.. dokunma.. his.. dokular.. Bunlarla geliştirilebilir, bir önceki dipnotta yazdığım kritik bu şekilde düzenlenebilir.
[13] Çok basit bir soru geldi aklıma, bir çocuk olsa sorar, balları bunlar nasıl taşımışlar oraya? Küçücük yaratıklar, elleri yok, kolları yok. Nasıl yapabilirler bunu. O halde… balın yapıldığı, kurutulduğu ve sunulduğu yer ya çok yakın ya da aynı yer olacak.
[14] Burada da ne yazacağımı, nasıl anlatacağımı bilemedim mesela. Acaba neler olur böyle bir ortamda. Nasıl tepki verirler. Ben bunu nasıl yazabilirim? Bunlar üzerine düşünüp bu sahneyi de yeniden yazmam gerekecek.
Annemin değerlendirmesi:
15:12
öyküyü okudum ve çok beğendim çaktırmadan hem siyaset yapıp hem de duyguları çok güzel ifade etmişsin şu an bütün dünyanın sorununa değinmişsin yozlaşma çalışanları bi şekilde değerlendirememe . herşeyin sanallaştığı dünya akıllıların üzüldüğü farkına vardığı ama bişey yapamadığını öykü tadında yazmışsın yazar olmak böyle birş herhalde 🙂
17:52
ne güzel değerlendirmişsin annecim.. 🙂 ben de seni arayacaktım. dışarı çıkıyorum. şimdi çaldırıyorum seni.. yazdıklarını görünce çok sevindim.. annecim benim teşekkür ediyorum.. öpüyorum 🙂 güneşim benim.. (sun)