Etiketler
2.hafta, 52hafta52öykü, fanus, japon yapıştırıcı, kapan, kelimeden öykü yazma, mıknatıs, yürek
HAŞLANMIŞ
HER
FANUS
BİR
MIKNATIS
Her fanus, bir mıknatıs mıdır?
Japon yapıştırıcının kazara elime yapışmasıyla.. yüzeyimi çevreleyen beyaz, akışkan bir madde duyumsuyorum. Sümüğümsü. Tüm varlığımı çepeçevre sarmış. Beni hiç yalnız bırakmıyor. Kesmiyor, tüketmiyor. Boğmuyor. Yine de… Hep peşimde olan bir anne gibi… İz süren bir aslan ya da komodo ejderi… Başımı göğe kaldırdığımda varlığımı bastırıyor, engelliyor. Nefes alamıyorum.
Her fanus bir mıktanıs… Haşlanmış yüreklerin beklediği. Yan yana dizilmişler. Üst üste, alt alta… İçleri kırmızı kanlı hala atan.. güp güp.. güp güp… güp güp… yüreklerle dolu. Bana mı öyle geliyor? Yoksa ölü mü bu yürekler? Atmadan… Öylece duruyorlar belki de. Bir kedi görüyorum rüyamda. Fanusumun üst çeperinde geziniyor. Düşmeden. Kıskanıyorum. Benim sınırlarıma inat onun bağımsızlığı. Birazdan büyücü fanusumun içine yeni bir kalp daha atacak. Su, bu kadar soğukken nasıl oluyor da içinde haşlanıyorum? Saçma. Belki de başka bir yerde haşlanıp buraya atıldım. Kim bilebilir? Belki yaşamımın son anlarında, ölürken oldu bunlar. Ölülerin cesetlerinden kalplerini çalan bir hırsız melek var belki de kim bilir, belki bir sihirbaz benim gördüğüm gibi.
Ölümden sonra hayat var mı diye soruyorsunuz? Yanıtlıyorum: Var. Haşlanmış bir yürek olarak… bir dolu başka yürekle –dokunamadığınız, duyamadığınız, konuşamadığınız– bir dolu başka yürekle.. bir cam fanusun içinde. Hayattayken de ayrıydık ve aykırıydık ancak aramızda sümüğümsü, zarımsı şu malum sıvı yoktu. Artık var. Her doğan, nefesin ciğerlerine dolduğu ve yaygarayı bastığı o andan itibaren, istemsizce çekilmeye başlıyor en yakın fanusa. Elbette bunu hayat kargaşası dediğiniz o düzenin içinde çok zaman duyumsamıyorsunuz, ama bazen… Hadi itiraf edin, siz de hissetmiyor musunuz bir şeye doğru çekildiğinizi. Peki nereden geldik? Bilmiyorum. Orayı görmedim. Nereden itiliyoruz, bilmiyorum. Ama çekilme… Ne olduğunu bir türlü bilemediğimiz ama duyumsadığımız o çekilme. Ne umutlarımız var onun için? Kimi zaman ‘aşk’ diyorsunuz, kimi zaman ‘ölüm’… Bazen bir insan oluyor çekildiğimiz, kimi kez bir dava, bazen bir mekân… Bir itilip çekilme arasına sıkışmış, havada asılı kalmış pinpon topları gibiyiz yaşarken. Hadi bir düşünün. Haşlanmış bir yürek olarak bu camdan kapanın içine kıstırılacağınızı bilseydiniz, ömrünüzü nasıl yaşardınız?
Diğer yürekleri merak ediyorsunuz. Onlarla burada ne yaptığımızı ya da yapamadığımızı… Hep ötekini merak ettiniz. Ama kendinizi görmek için. Bu yüzden seviştiniz, bu nedenle sevdiniz. Burada sevişmek yok. Dokunamıyoruz. Alt alta üst üste yan yana olsak da birbirimizi duyamıyoruz. Öyle sandığınız, tahmin ettiğiniz gibi bir kaynaşma, bütünleşme yok. Onu da kendinizi daha iyi tanımak, daha büyük bir bütünün parçası olduğunuz yanılsamasına tutunmak için icat ettiniz. Hadi kabul edin. Korkmayın. Bencilsiniz. “Tanrıya, Nirvana’ya kavuşurum,” diye hayal etmeyin. Sorular öteleniyor sadece. Nereye öteleniyor? Bundan sonra ne var? Kim bilir. Ah insan evladı… Tüm sorularını yanıtlamayı nasıl hayal edebilirsin? Bir dünya ömründe hem de… Saçma. Ölmenin hiçbir çekiciliği kalmıyor soruları yanıtlayamayacak olunca. Nasıl yaşıyorsan öyle de ölüyorsun. Hiçbir şeyin bir anlamı kalmıyor.
Silgimi ve kurşun kalemimi özledim. Yazıp yazıp çizmeyi… silmeyi…
Kendimi özledim. Allahım lütfen bu bir rüya olsun diye dua bile ettim. Kaç kere. Hiç dua etmeyen bu ben, her yeni yürek atılışında başlıyorum ağlamaya. İçime içime… Bu kadar sıkıcı olduğunu bilseydim… Ölmezdim.
Peki ya dünyanızın sonu gelince ne olacak? Ha, söyleyin bana. Hani her şeyi çok iyi biliyordunuz. Merak ediyorum. Atomları çarpıştırdınız mı? Pardon ya protonları… Demokritos nereden bilsin atomun ‘bölünemez’ olmadığını. Onunla tanışmayı çok hayal ettim. Ama yazmıyor ki yüreklerin üstünde isimleri. Hem acaba bu fanusta mı? Adım gibi biliyorum haşlanmış bütün kalpler kendi içinde konuşuyor, içine içine ağlıyor, ben yapabiliyorsam onlar da yapabiliyordur. Öyle ya, bu fanus benim için tasarlanmış olamaz. Düşünsenize sadece benim için… Olabilir mi? Olsaydı… “Ay ne zahmete girdiniz benim için”, der miydim? Gururlanır mıydım? Düşünsenize bunca tiyatro yalnız benim için olsa… Ne gurur verici. Neresi gurur verici be.. Cehennem midir nedir burası? Bir bitişi olacak mıdır, bir sonu var mıdır acaba? Sonlar olmayınca başlangıçların da bir anlamı olmuyor ki… Neredesin Firuze? Benim adım bu. Firuze. Ama kimse bilmedikten sonra anlamı nedir? “Seni seviyorum Firuze” demedikten sonra.
Bir sabah gözlerimi açsam ve… Bu fanusun içine mıknatısla çekilmiş bir avuç haşlanmış yürekten biri değil de fazlası olduğumu görebilsem. Keşke… Keşke,
O Japon yapıştırıcıyı parmağıma yanlışlıkla hiç sürmeseydim…
07.01.2020 / Salı 06:10 – 06:30
08.01.2020 / Çarş 06:45 – 07:15
09.01.2020 / Perş. // 06:04 – 06:30
Van