Etiketler
4.hafta, buzdan ayakkabı, kül kedisi, kurbağa, kırmızı içecek, masal, mavi sıvı, peri, sindrella
“Bu içeceğin tadı bir acayip. Aman Allahım neler oluyor bana? Oo hayır.”
Bu cümleyle ilgili 500-900 kelimelik bir metin yazın. Yalnız cümledeki ifadeleri kullanmayacak, anlatmayacaksınız; davranış ve konuşmalarla göstereceksiniz.
Kırmızı Başlıklı Kız’ın İksiri
Her şey ne de güzel başlamıştı halbuki. Kendimi mutlu ve güvende hissediyordum. Evden kurtulmuş, üvey annem ve kız kardeşlerimden ayrılmış, baloya doğru yola çıkmıştım. Bir peri benim için camdan bir ayakkabı bile yaratmıştı. Olağanüstü. Pırıl pırıl. Gel gör ki, tam patika yolda arabanın tekerleğine bir şey oluverdi. Kabaktan yapılan araba anca bu kadar gider zaten. Oysa benim zamanım sınırlıydı. Arabacıların tekrar fareye dönüşmesinden korkuyordum. Arabadan indim, bir ağacın altında dinlenmeye başladım. Tam o sırada bir kurt yaklaştı. Konuşmaya başladı. Acayip bir dünyaydı bu orman. Nereden çıktıysa: “Kırmızı başlıklı kızı gördünüz mü,” diye sordu. Ben oralı olmadım. Bana demiyordu herhalde. Niye benle konuşsun ki. Sonra aklıma geldi. Ben artık o ocağın başında küllerin içinde uyuyan pis kadın değilim. Güzel ve alımlıyım. Prensin beni beğeneceği kadar alımlı. Suratıma ahmak ahmak bakan kurdun ateş saçan gözlerine baktım. Pek de akıllı sayılmam ama kırmızı başlıklı kızı neden arıyordu acaba, diye de merak etmeden duramadım. Gözlerimi kaçırdım, arabacıların tamiri nasıl gidiyor diye bakarken… Birden aklıma gelmiş gibi tekrar yüzüne döndüm:
— Neden soruyorsunuz kırmızı başlıklı kızı?
— Benle torunuma bir şeyler içirdi, sonra da kaçtı. Bizi büyüledi hınzır şey.
— Nasıl büyüledi?
— Bizler avcıyız. Büyükannesi cadıyı elimizden kurtarmak isterken, bize onun yaptığı tılsımlı bir içecek verdi. Torunum kurbağaya, bense kurda dönüştüm.
Aklım almıyordu. Böyle bir şey nasıl olurdu? Ama bunu sorgulayacak en son kişi de bendim herhalde. Oraya gelmeden az evvel, tam evin tüm işlerini bitirmiş, ocağın önünü süpürmüş dinleniyordum ki, kapı çalmamış mıydı? Tüllerle bezeli mavi ipekten bir elbise içinde, kanatlı bir kadın peri gelmemiş miydi pencereden içeri? Periler kadın olur hep zaten, erkek peri olur mu hiç? Bana anlatılan masallarda öyledir yani. Gerçekte de öyleymiş. O gece yılbaşıydı. Nerden çıkmıştı bu kadın böyle? Ben Noel Baba’nın gelmesini beklerken, gele gele peri gelmişti. Halbuki Noel Baba’dan yepyeni bir masal kitabı istemiştim bu yıl. Gel gör ki bir peri benim karşıma geçmiş, ellerime buzdan yapılmış bir çift büyülü ayakkabı verip bir kabağı arabaya, fareleri de arabacıya çeviriverdi. “Sen de gitmek istemez misin, üvey annenle kardeşlerinin seni götürmediği baloya?”. Bir an düşünmüştüm. Baloya gitmek ilginç olabilirdi, yeni insanlarla tanışır, yeni hikayeler dinlerdim ne de olsa. “Prensi görmek istemez misin, onunla sen evleneceksin, ” diye vurguladı. Evlenmek mi? Hiç düşünmemiştim bunu. Hiç tanımadığım bir adamla neden evleneyim ki hem. Ben de bunu sordum periye:
— Ben onu hiç tanımıyorum ki, aşık olmadığım ve evleneceği kadını bir balo düzenleyerek bulmak isteyen bir prensle neden evleneyim ki ey peri kadın?
— Deli deli olma. Yakında bütün ülkeyi yönetecek. Çok parası var. Yakışıklı. İyi huylu. Sadece tek bir eksiği var. Ama o da senin için sorun olur mu bilmem.
— Nedir, nedir?, diye soruverdim, kendi merakıma hayret ederek.
— Bir deniz kazasında konuşma yeteneğini kaybetmiş, sana güzel sözler söyleyemez, iltifatlar yapamaz. Duygularını ifade edemez. Okuyamaz, yazamaz.
Bir an düşündüm. Kelimelerin olmadığı bir dünyada nasıl yaşardım ben. Ben istemem böyle prensi diyecek oldum. Ağzıma şamarı yapıştırdı önce peri kadın. Sonra da bir baktım elinde bir tüp. Giysisi gibi mavi renkli bir sıvı, ağzıma dayadı: “Sen beni tüm peri alemine rezil mi edeceksin? Al iç şimdi bunu da aklın başına gelsin.” Çok acayip bir tadı vardı bu mavi sıvının. Ekşi desem ekşi değil, tatlı desem tatlı değil. Sonuna kadar içirdi peri. Sonrası malum kendimi bembeyaz kıyafetler içinde, güzel mi güzel, alımlı mı alımlı bir hanımefendi olarak buldum. Korse de ayakkabılar da sıkıyordu ama korkumdan bir şey diyemedim. Arabayla yollandım. Ta ki arabanın tekeri bir kalasa takılıp da kırılana kadar. Bu düşünceleri aklımdan geçirirken, kurt tekrar seslendi:
— Hey sana diyorum güzel kadın, prenses misin nesin bilemem ama benim bir an evvel ormanda kaçan kırmızı başlıklı kızı bulup o iksirin panzehirini yapmam lazım.
— Benim kırmızı başlıklı kızı tanıdığımı da nerede çıkardınız?
— Sen Külkedisi Sindrella değil misin?
— Evet oyum. Nerden bildiniz?
— Biz de kitap okuyoruz herhalde. Neyse uzun lafın kısası, eğer oysan sen şu an bir baloya gidiyor olmalısın. Ülkenin bütün kadınları o baloya gidiyor bu gece. Beni de yanına al. Beni de götür.
— Görmüyor musun arabam bozuldu. Hem de gece yarısına kadar sürem var. Yetişemeyeceğiz galiba.
— O zaman şu kırmızı şaraptan iç…
— Bilmediğim şeyleri içmem.
— Ama torunumun canı tehlikede. Her an gecenin bir yarısı yılan ya da orman sıçanı kapıp yiyebilir onu. Acele etmeliyiz. Sen iyi kalpli bir kadınsın biliyorum. Benim de torunumun da devası sendedir.
Bir an düşündüm. Bunu yapmalı mıydım, o şarap nasıl bir büyü yapıyordu ki? Neyse dedim. Bu durumdan bir an evvel kurtulup prensin yanına baloya gitmek istemiyor muyum? Kabul ettim. Bir yudum aldım şaraptan. Kan kırmızısı… Nefis bir lezzet. Tadı biraz garipti. Ayın ışığı ahşap bardağın içine düşüyor, şarabın karanlık kırmızısına karıştı. Sonra başım dönmeye başladı. Ne kadar geçtiğini bilmiyorum. Gözümü açtığımda bir de ne göreyim, başımda bir kurbağa, dilini çıkarmış uyanmamı bekliyor. Yanında bir de kırmızı topaç. Gözlerini bana dikmiş. Uyanmamla yüzüme sokulması bir oldu. Aman Allahım neler oluyor? Oo hayır…